3 Mart 2018 Cumartesi

BAŞLASIN #ÖĞRENMEDEVRİMİ 1


Teknoloji çağında bilgiyi internette araştırıp bir de izleyerek edinmek hepimizin daha fazla tercihi. Çünkü bu yöntem hem daha kolay ve rahat, elimizin altında da olduğu için; hem de özellikle hareketli görsellerle anlatım daha çarpıcı olduğu için daha kalıcı bilgiler edinmemizi sağlayabiliyor. Bu nedenle, uzun dönemdir eğitim üzerine anlatmak istediklerimi anlatabileceğim, daha geniş kitlelere ulaşabileceğim ve yeri gelince aynı dili konuştuğum insanlarla dertleşebileceğim bir araç olarak Youtube'u kullanmaya karar verdim. Türkiye'nin (ve neden olmasın, dünyanın da) her yerinden öğretmenlere, anne-babalara, çocuklara dokunan herkese ve hatta çocuklara bile oturduğum yerden böyle rahat ulaşabileceğim için çok heyecanlı ve mutluyum. Çocuklara en iyi fiziksel ve sosyal öğrenme çevreleri hazırlamak için biraz olsun katkım olursa, ulaşabildiğim kadar çok insana ulaşıp, bu vesileyle daha çok çocuğun hayatına dokunup bir parça ilham olabilirsem ne mutlu bana!

Haydi o zaman,

BAŞLASIN #ÖĞRENMEDEVRİMİ

Öncelikle "Neden 'Öğrenme Devrimi'?" sorusuyla başlayalım. Aslında bunun cevabı basit, ve şunu hepimizin kabul ettiğini varsayıyorum ki, eğitim sistemi artık işlevsel değil ve oldukça köklü bir değişime ihtiyacı var. 
"Okullar Yaratıcılığı Öldürüyor Mu?" başlıklı TED konuşmasıyla tanıdığımız Ken Robinson, belirsizliğe doğru akan yıllar içinde, çocukları ileriki yıllara, yeni şartlardaki çalışma hayatına hazırlamamız için onların eğitiminden bizim sorumlu olduğumuzdan bahsediyor. Eminim bunu hepimiz kabul ediyoruzdur. Ancak Ken Robinson, çocukların sahip olduğu kapasiteye güvenerek, çocuklara güvenerek bize çok önemli bir şeyi hatırlatıyor; 
Dünyanın her yerinde hiyerarşik olarak fen bilimleri ve dil öğrenimi en değerli görülürken, insani bilimler ikinci plana atılıyor, sanat ise en aşağı basamakta yer alıyor. Oysa ki biz, diyor Ken Robinson, her çocuğun sahip olduğu özel yeteneğini acımasızca harcamadan, eğitimde yaratıcılığı en az okur-yazarlık kadar önemli ve değerli görmeliyiz. Yani akademik gelişim önemli evet, bilgiye sahip olmak önemli. 
Ama o bilgiyi işleyemiyorsak, yaratıcı şekilde kullanamıyorsak, o bilgiden yeni bilgiler, fikirler üretemiyorsak, ezbere bilmenin kime ne yararı var ki? 

Bu aşamada, zorunlu eğitimin tarihine bakmak faydalı olacak. Modern anlamıyla zorunlu eğitim ilk olarak Prusya'da, 1819 yılında, çok açık bir biçimde şu beş amacı gerçekleştirmek için oluşturulmuştur:
  1. Orduya itaatkâr askerler yetiştirmek,
  2. Maden ocaklarında çalıştırılmak üzere itaatkâr işçiler yetiştirmek,
  3. Hükümetlere azami düzeyde tabi olacak sivil hizmetliler yetiştirmek,
  4. Endüstriyel yapıların emrinde çalışacak memurlar yetiştirmek,
  5. Kritik konu ve sorunlarda birbirine yakın düşünen vatandaşlar yetiştirmek.

Yani zorunlu eğitim uygulamasının amacı, insanın kendisini geliştirmesinden, istediğini öğrenmesinden, üretmesinden ve entelektüel gelişiminden ziyade; boyun eğme ve itaatin esas olduğu bir sosyalizasyon modeli kurumlaştırmaktı. Dahası bu eğitim sistemi; bildiğimiz sınıfta oturma düzenini getirdi, birbirine bağlı kavramları ders konularına bölüp sürekli kesintiye uğratarak da, bilginin daha karmaşık olmasını sağladı. Hal böyle olunca öğrenciler öğrenemediklerini düşünmeye başladılar ve bunun sonucunda içsel motivasyonları gittikçe azaldı. Oldukça keyifsiz bir durum bu, insanın elinden tüm hevesinin alınması. Çocuklar merak etmemeye, soru sormamaya, sorgulamamaya, araştırmamaya başladı. Çocukların okuldan aldıkları, ezber bilgiden öteye geçemedi. Zaten amaç tam da buydu; düşünmeyen ve yaratıcılığını kullanıp üretemeyen bir toplum, asker ve işçi sınıfı yaratmak. 

Ancak günümüzde, Neo-Liberal politikaların getirisi özel sektörde, sürekli yenilenen teknolojinin ve kullanımının etkisiyle şirketler çok daha farklı bir çalışan profili istiyor. Buna bir de kuşak farklılıkları eklenince; yani X kuşağı artık yerini Y kuşağına ve hatta yavaştan çalışma hayatına girmeye hazırlanan Z uşağına bırakınca, çalışma hayatı, koşulları ve çalışanlardan beklenen yetenekler oldukça farklılaştı. 
Şirketler artık yenilikçi, yaratıcı, dinamik, grup çalışması yapabilen, kısacası kendini aşabilen, sınırlarını zorlayan çalışanlar istiyorlar. Ve dahası Y kuşağı da Z kuşağı da tüm bunları ve fazlasını yapabilecek kapasiteye sahip. Önündeki tek engel ise "klasik eğitim sistemi", ya da yıllardır artık işe yaramayan, hatta olmasa daha iyi olur dediğimiz dört duvar mekânlar, okul.

İşte bu yüzden, Ken Robinson'ın da dediği gibi, bozulmuş eğitim sistemini iyileştirmeye çalışmak yeterli değil; tam bir dönüşüm için artık öğrenme devrimi yapma zamanı.

Çocuğun merakını, öğrenme, araştırma ve deneme hevesini kırmadan, gözlerindeki parıltıyı söndürmeden, zaman ve mekân daraltması yapmadan, kendi bilgisini yaşarken kendisinin yapılandırabileceği çevreler kurmamız gerek. Çünkü öğrenme yalnızca belli bir yerde, belirli saatler arasında ve yalnızca öğretmenler tarafından verilen bilgilerle gerçekleşmez. Öğrenme hayatın her yerine ve her zamana yayılmıştır. 


Öğrenmek ezber bozmaktır! Çığır açmaktır. Kendini aşmaktır. Hayatı tüm gerçekliğiyle, cesaretle yaşamak, öğrenmenin ilk basamağı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...